5 Mart 2009 Perşembe

GERÇEK BENİM



Işık göründü!
Son belki de sandığımız kadar kötü değildir.
Delici düşler ve gündüz sohbetlerimizden arda kalanlarla,
Daha güzel bir günü inşa edebiliriz.
Son bir gayret!



Uyan.
* * * * *
Bu da ne böyle? Soğuk su dolu küvetin içinde ne yapıyorum? Çok soğuk. Soğuk. Kalk.
Bu su niye kırmızı? Yoksa…
Ah,tanrım…

* * * *
Kişisel not: Kendine zarar vermekten vazgeç.
Bileklerimi beceriksizce sarıyorum ve kesiklerin görünmemesi için bu bahar gününde uzun kollu bir şeyler giyiyorum.
Beceriksiz olduğum konuları saymamı isteseniz size birkaç normal şeyin yanında bir de sonunda inatla başarısız olduğum intihar girişimlerimden bahsederim. Kararlı başlangıçları izleyen birkaç tereddüt ,bütün ‘bir sonraki dünyaya yolculuk’ planlarımı yerle bir edebilir ve benim de yapabileceğim tek şey her zamanki gibi yaralarımı sarmak ve insanlardan kaçmak olur. Ne kadar güçlü olduğumu düşünsem de,bileğimdeki yaralara baktıkça su yüzüne çıkan bu gerçek beni yerle bir eder.
Bütün o kahrolmuşluk düşüncesini inatla beynimde canlı tutan bir avuç anı gibiler. Damağımdaki küçük bir yara gibi, dilimle oynamayı kessem iyileşeceğini biliyorum ama dilimi bir türlü o yaradan uzaklaştıramıyorum.*
Dışarı çıkıyorum. Ucuz kahve ve kahvaltı veren şu kafelerden birine giriyorum. Yemek yapmayı bilmeyen her beceriksiz insanın kurtuluşu olan şu kafelerin, hayatımızı ne kadar da kolaylaştırdığı gerçeği gözden kaçamayacak kadar bariz. İnsanların üzerimde gezinen gözlerini göremeyeceğim bir köşe seçiyorum.
İnsanların bazen ne kadar da garip olabildiklerini gördükçe şaşırmadan edemiyorum. Bu öyle bir gariplik ki,sanki aynı anda bütün insanlığa bahşedilmiş,bazılarımız saklamayı,bazılarımızsa ondan gurur duyar gibi üstüne gitmeyi seçmişiz gibi.
Gözlerimin içine bakan her insan sanki benden bir şeyler alıp götürüyor gibi. Sokakta yürürken yanından geçtiğim insanların benim hakkımda bir şeyler biliyor olabileceği olasılığı beni deli ediyor. Telepatik bir alışveriş gibi. Tek sorun benim sadece veriş kısmına dâhil olabilmem. Alış kısmında uzmanlaştığım başka bir alanımın olması bir nebze olsun içimi rahatlatıyor.
“Kahve istiyorum. Sade. Bir de kahvaltı. İçinde her şey olsun mümkünse..” İntihara teşebbüs insanı oldukça acıktırıyor. Acıktırmasının yanında,kişiliğim üzerinde oynadığı her bir role de daha sonra sizin için değineceğim.
Ajandama göz atıyorum. Bugün yapmam gereken en önemli şey sanırım romanımın sonunu tamamlamak. Uzun zamandır ilham perilerinin yanıma dahi uğramadıkları göz önüne alınırsa bunun nasıl olacağını düşünmeden edemiyorum. Ama artık bu romana bir son vermeli ve arkama yaslanıp olacakları sakince izlemeliyim. Yoksa yapmam gereken bu değil mi? Evet,yapmam gereken kesinlikle bu ama bundan önce tamamlamam gereken bir şey daha var.
Kişisel not: Parkta sakin (?) bir yürüyüş yap.
“Teşekkür ederim.”
Kahvaltıyı tamamen boş verebilirim ama bu kahve gerçekten çok lezzetli. Buraya daha sık gelmeliyim. Ajandama not ediyorum. 57. caddenin köşesindeki kafeye git ve bütün gün aylaklık edip kahve iç. Bu kahrolası kahve çok lezzetli.
“Üstü kalsın.”
Kapının üzerine asılan şu şıngırdayan zımbırtının gürültüsüyle kafeyi terk ediyorum. Ama yine geleceğim merak etmeyin.
Caddeden aşağı yürürken düşünüyorum. Bazen bizler düşüncelerimizin kurbanı oluyoruz, bazen de düşüncelerimiz bizim kurbanımız oluyor. Şu anda yanından geçtiğim her insan bir seçim yapmakla uğraşıyor. Avcı mı, av mı?
Gözlerde korku var çünkü kimse iyinin ne olduğunu bilmiyor. Her şey varsayımdan ibaret. Her gün yeni bir şeyler yaratıyor ve ertesi gün yıkıyoruz. Sıkıcı döngüler. Köle mimarlık böyle bir şey olmalı diye düşünüyor insan en sonunda.
Aniden omzuma çarpan bir omuz ve sinirlerimi altüst eden bir bahane.
“Çok özür dilerim, önüme bakmıyordum da…”
Bir yolda yürümek ne kadar zor olabilir ki? Her adımdan sonra bir diğerini hedefle ve önüne bakarak ilerle.
“Önemli değil.” Tabii ki önemli.
“Tekrar özür… Siz?”
Oh, hayır.
“Siz şu ünlü gerilim romanı yazarısınız, değil mi?”
Adımı hatırlayamadığına göre o kadar ünlü olmasam gerek.
“Evet, ben Şafak Baysan.”
“Ah, evet. Çok özür dilerim. Bugün kafam biraz dağınık da… Zor bir gün geçiriyorum.”
“Tamam, o zaman ben size zor gününüzde kolay gelsin diyeyim. İyi günler.”
Arkamı dönüyorum ve ilerliyorum.
“Aslında ben de amatör hikâyeler yazıyorum.”
İlerleyemiyorum. Bundan bu kadar kolay kurtulacağımı düşünecek kadar aptal olamam. Yavaşça ona geri dönüyorum ve ilgileniyormuş gibi boş laflarını dinlemeye başlıyorum. Fakat hala bileklerimdeki açık yaraları düşünüyorum. Acıdıklarını ve kendilerini hatırlattıklarını hissedebiliyorum.
Bir süre sonra,yazdığı kısa hikayelere kendince getirdiği eleştirileri dinlemekten sıkılıyorum ve ilgisizce başımı sallıyorum. Birden bunu lisedeyken biyoloji hocama da yaptığımı hatırlayıp gülümsemeye başlıyorum. Başımı 5 dakikada sallanması için otomatiğe alır ve içimde bir yerlerde dersi dinlemek istemeyen o şeyin uyumasına izin verirdim.
“Öyle mi? Ne güzel.”
“Ah, evet. Sizin romanlarınızdan ilham aldığımı bile söyleyebilirim. Bazen o kadar etkileyici ve şey oluyorlar ki…”
“Gerçekçi?”
Bir romanın başarılı olmasını sağlayan en önemli şey ne kadar gerçekçi olduğudur. Konu ne kadar uçuk olursa olsun okuyucu bunların gerçekten olduğunu ya da olabileceğini düşünmelidir. Çünkü insanlar çoğu zaman romanlara sığınır. Yaşayamadıklarını ya da kafasındaki kaçık teorileri yazı üstünde görmek rahatlık verir. Aslında o kadar da ‘kaçık’ olmadıklarını zannederler böylece. Sonuçta herkesin bir romanı vardır. Sadece, herkes o romanı yazmak için cesaret bulamaz.
“Evet, gerçekçi. Öyle gerçekçi oluyorlar ki bazen o olayları gerçekten yaşamış olduğunuzu düşünüyorum.”
Sırıt. Kocaman sırıt.
“Neyse sizi tutmak istemem. İyi günler. Görüşürüz.”
Hayır dostum,işte bu konuda yanılıyorsun. Görüşmeyiz. Seni hayatım boyunca bir daha görmeyeceğim. Görsem de hatırlamayacağım. Tabiatım bu. Gereksiz insanların yüzlerine dikkat etmem. Bazen bakmam bile. Çünkü beynim, böyle saçma bilgilerle doldurulmayacak kadar dolu. Dedim ya beynimde zorla tutunan anılar var diye,senin anlamsız varlığın o anıların yanında bir saniye olsun tutunamayacak ve seni birazdan unutacağım.

* * *
Emir’in kapısının önündeyim. Uzun bir süre kapısının önünde öylece bekliyorum. Kafamda toparlanması ve yazarlığıma yakışır biçimde Emir’e ifade edilmesi gereken düşünceler var. Zira yeteri kadar iyi ifade edilmemiş düşüncelerimin Emir’in kafasında dönüp dolaşıp kötü yerlere varabileceğini biliyorum ve Emir’in beni bu kadar iyi tanıyor olmasına lanet ediyorum.
Otomatik kapıyı açıyor ve döner merdivenleri tırmanıyorum. Eski binaların eski mimarileri. Başımı döndürüyorlar.
Kapıda beni ihtiyatla karşılayan sakin ve telaşsız varlığı üzerimden bir heyecan dalgası gibi geçip gidiyor ve evine girmemden sonra kapıyı kapatışını izliyorum.
“Dün benimle konuşmak istediğini söylemiştin?”
“Evet, dün yayıneviyle konuştum. Anlaşmayı yapıyoruz.”
“Bu iyi haber. Bir an için şüphe etmiştim.” Neden şüphe ettiğime dair bir soru sorsa biliyorum ki yalanlarla dolu saçma bir cevap vereceğim. Bu yüzden bunu yapmaması için dua ediyorum.
Sırıt.
“Şüphe etme. Son romanın bir harika. Karakterler, olaylar o kadar şey ki…”
“Gerçekçi?”
“Ah, evet. Öyle gerçekçi ki…” Bunu gün içinde iki kişiden birden duymak gurur verici ama diğer bir yandan da sinir bozucu. Neden bilmem.
“Bazen bunların gerçekten olduğunu düşünüyorum.” Yüzü değişiyor, düşüncelerden dolayı derin hatları üstündeki duygu geçişlerini rahatça görebiliyorum.
İşte iki insanın birbirini her anlamda derinlemesine tanıması böyle anlarda önemini inatla belli ediyor ve yaklaşan tehlikeyi görebiliyorum. Gözlerindeki farklı bakışları,her bakışındaki içten duyguyla kıyaslayıp değerlendirmeyi yapabiliyorum.
Gülümsemesi artık yok. Sanki bir şeyler biliyor gibi.“Ayrıntılar, ünlemler, karakterler öyle sarsıcı ki sahte oldukları, kurmaca oldukları gerçeği… Sahte geliyor.”
Artık sırıtmıyorum. Yüzümün bir ifade almamasına özen gösteriyorum.
“Ne demek istiyorsun?” Bunun altından bir şeyler çıkacağını tahmin ediyordum.
“Şafak,2–3 hafta önce gazetede bir haber okudum. Şu üst yolda öldürülen adam hakkındaydı. Daha sonra senin romanını okudum ve aradaki benzerlik inanılmazdı. Esinlenmiş olamaz mıyım diyeceksin belki ama senin gazete okumadığını ve televizyon izlemediğini biliyorum.”
Susuyorum. Konuşmanın hiç de beğenmediğim varış noktasını şu anda görebiliyorum.Beynimde kurbanı olmak üzere olduğum bir düşünce var.
“Biliyorum, belki çok saçma.” Yüzüme bir süre, ifadesizce bakıyor. “Sana kahve getireyim mi?”
“Lütfen.”
Lanet çantam nerde benim? Evet, burada. İçinde tam da ihtiyacım olan şey var.
“İşte kah…”
Bardak elinden düşüyor ve parke zeminde yuvarlanıyor ama kırılmıyor. Dökülen kahveye,yere bir çuval gibi düşen Emir’in kanı da ekleniyor.
Bıçağımı, sapladığım kalbinden sertçe çekiyorum ve yerde hafifçe kıpırdanmasını izliyorum bir süre. Gözleri şaşkın şaşkın bana bakıyor. Yanına eğiliyorum ve kulağına fısıldıyorum. “Bir gerilim romanını başarılı yapan şey ne kadar gerçekçi olduğudur.”
Bu bir çizgi. Sekteye uğradığı her nokta benim zayıf bir anımı temsil ediyor ve bütün o noktaları tekrar birleştirmek benim görevim. Yoksa bir ‘hayat’ yaşadığımı ya da ona sahip olduğumu nasıl savunabilirim ki?
Kişisel not: Yeni bir editör bul.
Bu gece parka gitmeme gerek kalmadı. Romanımın sonunu buldum.

BURCU KARATEPE
06.03.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder