22 Mart 2009 Pazar

Yaktım ki gemileri...

Evet,vazgeçiyorum.
Burada bir yol yok ve ben bunu 22 yaşımda farkettiğim için kendimi inanılmaz şanslı hissediyorum.Yıkımların çoğunun,vakit kayıplarından oluştuğunu biliyorum.
Gitmek yapılabilecek en geri dönülmez hareket olabilir,Amerika bir cehennem olabilir belki benim için ama zaten aklımdaki son şey bir hayaller ülkesine gittiğimdir.
Kopmuş hissediyorum artık kendimi,bir hayatı geride bırakmış ve yenisi için nadasa yatmış gibiyim.Tam bir Tabula Rasa'yım.Boş zihnimde kimse tutunamıyor ve olaylar anlamsız bir şekilde.Tarifsiz ve gereksizler.
Anlatılanları dinlemek daha cazip,insanların bitmek bilmez dertleri umurumda değil ama dinliyorum.Araya girmek zahmetinde bile bulunmuyorum.Eski insanlarımla paylaşacaklarım artık cidden yok.Sadece yok.

14 Mart 2009 Cumartesi

Yalnızlık Sonbaharımın Mavisi

Gönlünüzde bir yerdir o.
Bu uyarıyla lanetlendiniz ve hayat muhtaç size yine de.
Uzaktan görmek yetmez
Yakınlar hasret yüzünüze.
Siz gidenler!
Ne de soğuk birer izsiniz şimdi
Tozlu ellerimizde.
İsimsiz-siniz belleklerimizde.
Zamanın azizliği unutturmak,
Yoksa nasıl tutardık aklımızı beynimizde?
Geçmek süresi uzuncana.
Kör kalabalık,
Sağır çığırtkanlar ve gözleriniz.
Bir yitirişi çağrıştırır dudaklara,
Heceletir diliniz.
Ne de üzgün bir son umuttur o...(?)
Bekleyişin her tonunda hüzün vardır sayenizde.
Siz yitenler!
Toprakta yer buldunuz sadece.
Uyuyun,
Yeryüzünde bulamadığınız o keskin cesaretle.
Çöküşte sonlar bir,
Terkedişlerde yollar kaybolmaz
Geri dönüşler tescillidir.
Üzgün tokatlarla savrulmuş yüzünüzü silip yeniden,
Yine başlamaktır tek temennimiz.
Gökyüzüne haykırılmış her rüya alınyazınla soğur.
Dünya bizimle büyür en sonunda
Elbet gününü görür.
Sizin elinizdeki sonla yoğrulmuştur yalnızlık.
Payımızda hep çok
Bunun adı insafsızlık.
Aynı duygusuna saplanmış kaldırımdaki uykumuz,
Biçime girmeden dövülmüş ruhumuz.
Uyumsuzuz!
Ey terkedenler!
Gitmişliğiniz bir değişkendir bedenlerde
Kabul ettik
Ama saflığımız en derinde
Değişmemekte ısrar ettik.
Kabuslarınızı alın ve gidin kabuslarımızdan.
Huzursuz anlarımız ve duygusuz boğulmalarımızdan.
Çırpınıştaki sesimiz ve çaresizliğimizden.
Siz gidenler!
Gözümüze sokulmuş ilgisizliğinizle kaybolun şimdi!
Yolunuz ateşten,
Nefesiniz topraktan geçsin;
Umudunuz yarım,
Yalanlarınız güzel olsun.

13 Mart 2009 Cuma

Bir Acı Anı ve Meçhul Bir Gece İçmesi

görmedin değil mi beni?
davranmaya hazır hallerimden bile uzak görmediniz mi?
kadehlere doymuş zeminleri içtiğimi görmezler mi?
nasıl da acıyor içimde kurbanı verilmemiş bu lanet
kıvılcımları bile parlamadan son veriyor gövdeme her gece
bir yenisi her gece
ve her gece en yenisinde umut arayarak devam ediyorum
gecelerim hiç görülmez mi?
nasıl da yalnızdır krallığı olmayan bir prens
içtenliğini yitirmiş adamlarda kalmış sessizliğim
her gece beynimde canlanan kesik minarelerde zamanımı yitirmeye
ağlamaktan şişmiş gözlerime okyanusların da gözyaşı olduğunu hatırlatmaya başlıyorum
bu acı anında verilmemiş sözlerinizin hepsini gururla,
karanlık şefkatimle,
yenilenememiş zaferlerimle anımsayarak
sabretmek kadar zorunu başararak.
bekleyenlerden misiniz
buyrun gelin
buyrun
hepinize selamlar
hiç birinizden almayarak
vermeyen şefkatiniz kadar yakınsınız bana
bu gece kadar soğuk ve anlamsızsınız rüyalarıma
rüyalarımı hiç görmediniz mi?
size rüyalar anlatılsın
bana masallar yalanlansın,
kıpkırmızı her kabusuma masmavi lekeler bulaşsın.
yollara vurulmuşsa ne olmuş ki kahpeler,
siz hiç mi kahpe olmadınız?

Gün

Bazen değil
Bir çoğunda saklı kalmış bir takım hayallere takılı
Sözünü edesim bile gelmez
Düğümlenmeden gecenin ayazı bile
Gidecek bir köşe bulurum düşlerimde.
Gözlerim havanın kirli bir bulutunda ıslanır
Ve sindiremediğim bir bavul hüznünde aklım kalır.
Sesleri boğar kalabalığı
Bizim anlaşılmayan bir çok şarkımız anlamsız oluverir.
Bizden çıkıp bana gelen elleri de tek başına yüreğim sahiplenir.
Sabah uyanmaların anlamı yokolunca
Düşününce
Ve her bir gerçek kendine uyunca
Solunca umutlar
Bazen değil
Her zaman içine gömülüverir şarkılar.

8 Mart 2009 Pazar

Sona Geldi

gecenin ortalık yerinde kahkaham
gülüyorum
ve artık geçiyorum.
hiç bir pişmanlığımın sevilmediği geleceğimden
göreceksin ki...
sana el sallıyorum.
kırık bir parça boğazında
nefret edilecek kadar çirkin o
ve yanında bitiyor yine de en güzel çiçekler.
tohumunda zehir bulunmuş kara çiçekler.
kara oluyor mu çiçekler diye soruyorsun
oluyor işte.
yanılıyor insan bir saniyeliğine
ve gövde veriyor kahpe bir kötülük.
bu gece kahkaham tam
ve gür.
yankısı kulaklarına gelecek
ve sen bunun yanlış olduğunu göreceksin.
olduğun yerde titreyecek
sevmediğini,
sevemediğini bileceksin.
Hiç gitmediğin sahil kenarında sakin
lanetinle yalnız başına
sünepe bir evde tek
soğuk bedenin.
benim gözlerim rengarenk
parlak bir yolda sapasağlam.
devam edilebilecekler için dualarımda yaratılış
küstüğünde sözlerine tekrar başlamak
ve herşeyim basit
seninse karmakarışık.

7 Mart 2009 Cumartesi

Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
Ve yüreğimde sevgi, büyük, sonsuz, umutlu
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş..

6 Mart 2009 Cuma

One Shot!

if you had one shot, or one opportunity
To seize everything you ever wanted-One moment
Would you capture it or just let it slip?

5 Mart 2009 Perşembe

GERÇEK BENİM



Işık göründü!
Son belki de sandığımız kadar kötü değildir.
Delici düşler ve gündüz sohbetlerimizden arda kalanlarla,
Daha güzel bir günü inşa edebiliriz.
Son bir gayret!



Uyan.
* * * * *
Bu da ne böyle? Soğuk su dolu küvetin içinde ne yapıyorum? Çok soğuk. Soğuk. Kalk.
Bu su niye kırmızı? Yoksa…
Ah,tanrım…

* * * *
Kişisel not: Kendine zarar vermekten vazgeç.
Bileklerimi beceriksizce sarıyorum ve kesiklerin görünmemesi için bu bahar gününde uzun kollu bir şeyler giyiyorum.
Beceriksiz olduğum konuları saymamı isteseniz size birkaç normal şeyin yanında bir de sonunda inatla başarısız olduğum intihar girişimlerimden bahsederim. Kararlı başlangıçları izleyen birkaç tereddüt ,bütün ‘bir sonraki dünyaya yolculuk’ planlarımı yerle bir edebilir ve benim de yapabileceğim tek şey her zamanki gibi yaralarımı sarmak ve insanlardan kaçmak olur. Ne kadar güçlü olduğumu düşünsem de,bileğimdeki yaralara baktıkça su yüzüne çıkan bu gerçek beni yerle bir eder.
Bütün o kahrolmuşluk düşüncesini inatla beynimde canlı tutan bir avuç anı gibiler. Damağımdaki küçük bir yara gibi, dilimle oynamayı kessem iyileşeceğini biliyorum ama dilimi bir türlü o yaradan uzaklaştıramıyorum.*
Dışarı çıkıyorum. Ucuz kahve ve kahvaltı veren şu kafelerden birine giriyorum. Yemek yapmayı bilmeyen her beceriksiz insanın kurtuluşu olan şu kafelerin, hayatımızı ne kadar da kolaylaştırdığı gerçeği gözden kaçamayacak kadar bariz. İnsanların üzerimde gezinen gözlerini göremeyeceğim bir köşe seçiyorum.
İnsanların bazen ne kadar da garip olabildiklerini gördükçe şaşırmadan edemiyorum. Bu öyle bir gariplik ki,sanki aynı anda bütün insanlığa bahşedilmiş,bazılarımız saklamayı,bazılarımızsa ondan gurur duyar gibi üstüne gitmeyi seçmişiz gibi.
Gözlerimin içine bakan her insan sanki benden bir şeyler alıp götürüyor gibi. Sokakta yürürken yanından geçtiğim insanların benim hakkımda bir şeyler biliyor olabileceği olasılığı beni deli ediyor. Telepatik bir alışveriş gibi. Tek sorun benim sadece veriş kısmına dâhil olabilmem. Alış kısmında uzmanlaştığım başka bir alanımın olması bir nebze olsun içimi rahatlatıyor.
“Kahve istiyorum. Sade. Bir de kahvaltı. İçinde her şey olsun mümkünse..” İntihara teşebbüs insanı oldukça acıktırıyor. Acıktırmasının yanında,kişiliğim üzerinde oynadığı her bir role de daha sonra sizin için değineceğim.
Ajandama göz atıyorum. Bugün yapmam gereken en önemli şey sanırım romanımın sonunu tamamlamak. Uzun zamandır ilham perilerinin yanıma dahi uğramadıkları göz önüne alınırsa bunun nasıl olacağını düşünmeden edemiyorum. Ama artık bu romana bir son vermeli ve arkama yaslanıp olacakları sakince izlemeliyim. Yoksa yapmam gereken bu değil mi? Evet,yapmam gereken kesinlikle bu ama bundan önce tamamlamam gereken bir şey daha var.
Kişisel not: Parkta sakin (?) bir yürüyüş yap.
“Teşekkür ederim.”
Kahvaltıyı tamamen boş verebilirim ama bu kahve gerçekten çok lezzetli. Buraya daha sık gelmeliyim. Ajandama not ediyorum. 57. caddenin köşesindeki kafeye git ve bütün gün aylaklık edip kahve iç. Bu kahrolası kahve çok lezzetli.
“Üstü kalsın.”
Kapının üzerine asılan şu şıngırdayan zımbırtının gürültüsüyle kafeyi terk ediyorum. Ama yine geleceğim merak etmeyin.
Caddeden aşağı yürürken düşünüyorum. Bazen bizler düşüncelerimizin kurbanı oluyoruz, bazen de düşüncelerimiz bizim kurbanımız oluyor. Şu anda yanından geçtiğim her insan bir seçim yapmakla uğraşıyor. Avcı mı, av mı?
Gözlerde korku var çünkü kimse iyinin ne olduğunu bilmiyor. Her şey varsayımdan ibaret. Her gün yeni bir şeyler yaratıyor ve ertesi gün yıkıyoruz. Sıkıcı döngüler. Köle mimarlık böyle bir şey olmalı diye düşünüyor insan en sonunda.
Aniden omzuma çarpan bir omuz ve sinirlerimi altüst eden bir bahane.
“Çok özür dilerim, önüme bakmıyordum da…”
Bir yolda yürümek ne kadar zor olabilir ki? Her adımdan sonra bir diğerini hedefle ve önüne bakarak ilerle.
“Önemli değil.” Tabii ki önemli.
“Tekrar özür… Siz?”
Oh, hayır.
“Siz şu ünlü gerilim romanı yazarısınız, değil mi?”
Adımı hatırlayamadığına göre o kadar ünlü olmasam gerek.
“Evet, ben Şafak Baysan.”
“Ah, evet. Çok özür dilerim. Bugün kafam biraz dağınık da… Zor bir gün geçiriyorum.”
“Tamam, o zaman ben size zor gününüzde kolay gelsin diyeyim. İyi günler.”
Arkamı dönüyorum ve ilerliyorum.
“Aslında ben de amatör hikâyeler yazıyorum.”
İlerleyemiyorum. Bundan bu kadar kolay kurtulacağımı düşünecek kadar aptal olamam. Yavaşça ona geri dönüyorum ve ilgileniyormuş gibi boş laflarını dinlemeye başlıyorum. Fakat hala bileklerimdeki açık yaraları düşünüyorum. Acıdıklarını ve kendilerini hatırlattıklarını hissedebiliyorum.
Bir süre sonra,yazdığı kısa hikayelere kendince getirdiği eleştirileri dinlemekten sıkılıyorum ve ilgisizce başımı sallıyorum. Birden bunu lisedeyken biyoloji hocama da yaptığımı hatırlayıp gülümsemeye başlıyorum. Başımı 5 dakikada sallanması için otomatiğe alır ve içimde bir yerlerde dersi dinlemek istemeyen o şeyin uyumasına izin verirdim.
“Öyle mi? Ne güzel.”
“Ah, evet. Sizin romanlarınızdan ilham aldığımı bile söyleyebilirim. Bazen o kadar etkileyici ve şey oluyorlar ki…”
“Gerçekçi?”
Bir romanın başarılı olmasını sağlayan en önemli şey ne kadar gerçekçi olduğudur. Konu ne kadar uçuk olursa olsun okuyucu bunların gerçekten olduğunu ya da olabileceğini düşünmelidir. Çünkü insanlar çoğu zaman romanlara sığınır. Yaşayamadıklarını ya da kafasındaki kaçık teorileri yazı üstünde görmek rahatlık verir. Aslında o kadar da ‘kaçık’ olmadıklarını zannederler böylece. Sonuçta herkesin bir romanı vardır. Sadece, herkes o romanı yazmak için cesaret bulamaz.
“Evet, gerçekçi. Öyle gerçekçi oluyorlar ki bazen o olayları gerçekten yaşamış olduğunuzu düşünüyorum.”
Sırıt. Kocaman sırıt.
“Neyse sizi tutmak istemem. İyi günler. Görüşürüz.”
Hayır dostum,işte bu konuda yanılıyorsun. Görüşmeyiz. Seni hayatım boyunca bir daha görmeyeceğim. Görsem de hatırlamayacağım. Tabiatım bu. Gereksiz insanların yüzlerine dikkat etmem. Bazen bakmam bile. Çünkü beynim, böyle saçma bilgilerle doldurulmayacak kadar dolu. Dedim ya beynimde zorla tutunan anılar var diye,senin anlamsız varlığın o anıların yanında bir saniye olsun tutunamayacak ve seni birazdan unutacağım.

* * *
Emir’in kapısının önündeyim. Uzun bir süre kapısının önünde öylece bekliyorum. Kafamda toparlanması ve yazarlığıma yakışır biçimde Emir’e ifade edilmesi gereken düşünceler var. Zira yeteri kadar iyi ifade edilmemiş düşüncelerimin Emir’in kafasında dönüp dolaşıp kötü yerlere varabileceğini biliyorum ve Emir’in beni bu kadar iyi tanıyor olmasına lanet ediyorum.
Otomatik kapıyı açıyor ve döner merdivenleri tırmanıyorum. Eski binaların eski mimarileri. Başımı döndürüyorlar.
Kapıda beni ihtiyatla karşılayan sakin ve telaşsız varlığı üzerimden bir heyecan dalgası gibi geçip gidiyor ve evine girmemden sonra kapıyı kapatışını izliyorum.
“Dün benimle konuşmak istediğini söylemiştin?”
“Evet, dün yayıneviyle konuştum. Anlaşmayı yapıyoruz.”
“Bu iyi haber. Bir an için şüphe etmiştim.” Neden şüphe ettiğime dair bir soru sorsa biliyorum ki yalanlarla dolu saçma bir cevap vereceğim. Bu yüzden bunu yapmaması için dua ediyorum.
Sırıt.
“Şüphe etme. Son romanın bir harika. Karakterler, olaylar o kadar şey ki…”
“Gerçekçi?”
“Ah, evet. Öyle gerçekçi ki…” Bunu gün içinde iki kişiden birden duymak gurur verici ama diğer bir yandan da sinir bozucu. Neden bilmem.
“Bazen bunların gerçekten olduğunu düşünüyorum.” Yüzü değişiyor, düşüncelerden dolayı derin hatları üstündeki duygu geçişlerini rahatça görebiliyorum.
İşte iki insanın birbirini her anlamda derinlemesine tanıması böyle anlarda önemini inatla belli ediyor ve yaklaşan tehlikeyi görebiliyorum. Gözlerindeki farklı bakışları,her bakışındaki içten duyguyla kıyaslayıp değerlendirmeyi yapabiliyorum.
Gülümsemesi artık yok. Sanki bir şeyler biliyor gibi.“Ayrıntılar, ünlemler, karakterler öyle sarsıcı ki sahte oldukları, kurmaca oldukları gerçeği… Sahte geliyor.”
Artık sırıtmıyorum. Yüzümün bir ifade almamasına özen gösteriyorum.
“Ne demek istiyorsun?” Bunun altından bir şeyler çıkacağını tahmin ediyordum.
“Şafak,2–3 hafta önce gazetede bir haber okudum. Şu üst yolda öldürülen adam hakkındaydı. Daha sonra senin romanını okudum ve aradaki benzerlik inanılmazdı. Esinlenmiş olamaz mıyım diyeceksin belki ama senin gazete okumadığını ve televizyon izlemediğini biliyorum.”
Susuyorum. Konuşmanın hiç de beğenmediğim varış noktasını şu anda görebiliyorum.Beynimde kurbanı olmak üzere olduğum bir düşünce var.
“Biliyorum, belki çok saçma.” Yüzüme bir süre, ifadesizce bakıyor. “Sana kahve getireyim mi?”
“Lütfen.”
Lanet çantam nerde benim? Evet, burada. İçinde tam da ihtiyacım olan şey var.
“İşte kah…”
Bardak elinden düşüyor ve parke zeminde yuvarlanıyor ama kırılmıyor. Dökülen kahveye,yere bir çuval gibi düşen Emir’in kanı da ekleniyor.
Bıçağımı, sapladığım kalbinden sertçe çekiyorum ve yerde hafifçe kıpırdanmasını izliyorum bir süre. Gözleri şaşkın şaşkın bana bakıyor. Yanına eğiliyorum ve kulağına fısıldıyorum. “Bir gerilim romanını başarılı yapan şey ne kadar gerçekçi olduğudur.”
Bu bir çizgi. Sekteye uğradığı her nokta benim zayıf bir anımı temsil ediyor ve bütün o noktaları tekrar birleştirmek benim görevim. Yoksa bir ‘hayat’ yaşadığımı ya da ona sahip olduğumu nasıl savunabilirim ki?
Kişisel not: Yeni bir editör bul.
Bu gece parka gitmeme gerek kalmadı. Romanımın sonunu buldum.

BURCU KARATEPE
06.03.2007

3 Mart 2009 Salı

Değişik Yerler

Şu son bir haftadır,oldukça değişik ortamlarda bulundum.Ya da bana oldukça değişik ve bir şekilde kopuk geliyorlardı.
Bir pasaport bürosu,bir hastanenin acil servisi ve bir cenaze evi.
'Bugün git,yarın gel'lerin hışmına uğradım ilk enteresan durağımda.pencereleri depresif bir bahçeye bakan,duvarlarındaki sıvalar kendini eskimenin verdiği mecalsizlikle salan,uzun ve oldukça boş koridorlarıyla bana terk edilmiş bir akıl hastanesini andıran pasaport bürosu.Ahh o pasaport bürosu,haybeye geçen 3 gün demektir artık benim için.Sonuç itibariyle işini düzgün yapamayan görevlilere ve pasaportumu vermezlerse çıngar çıkaracağım tehditlerine rağmen başarıya ulaştım ama olan boşa harcadığım akbilime ve boş günlerime oldu.
'Şimdi burdan çık gördüğün ilk sola dön,ordan beşinci sağa döndükten sonra gördüğün yedinci kapıya gir orada kalp elektrosu çeksinler.sonra 6 numaradaki labaratuvara git vs vs belgeleri ver,1 buçuk saat sonra raporunu al,4 numaradaki acil dahiliyeye git falanları filanları yap bla bla bla...' ucu sonu bitmez bu cümleyi anladığımda hayatından şüphe ettiğim hastam bir nebze olsun iyileşmişti. ve ben daha yarısını tamamlamışken sapasağlam olmuştu. Acil servisleri hiç de ER dizisinde gördüğümüz gibi değilmiş en azından bunu anlamış oldum. Ama bu anlama sürecinde acil müşaade odasında 4 saatimi geçirmiştim ve hasta görmekten ben de hasta olmuştum. Ama ilginç bir deneyimdi zira ölümün ne kadar ciddileşebileceğini,insanları nasıl da avucuna alabileceğini ve bırakmak için onları nasıl da uğraştırabileceğini gördüm.Ve ertesi gün aynı hastaneye başka bir vesileyle gittiğimde tanıdık yüzler gördüm ya,bu beni öyle hüzünlendirdi ki anlatamam.Neden böyle olduğuna dair de bir sebep gösteremem.
Ölüm beni acil servisten sonra,orada sedyede aşırı alkol kullanmaktan hayatını kaybeden biri görmemden sonra takip etmiş olacak ki uzak bir şehirde bir cenaze evinde yine buldu beni.bir yakınımı aldı ve bir ev dolusu gözü yaşlı insanla beni oracıkta bırakıverdi.Nasıl da iç karartıcı yerlerdir cenaze evleri.tabii ki şen şakrak olması beklenemez,doğası budur ama insanları güldürebilmenin en zor olduğu yer de kesinlikle yine orasıdır. Herkes gidenin ardından onunla olan bir anısını kısaca anlatır,günün anlam ve önemini belirten okumalar yapılır ve ardından afiyetle tavuklu pilav yenir. oradaki herkesin dediğine göre,herkes böyle diyorsa da bir doğruluk payı vardır kesin,insanın hayatından daha önemlisi cenazesiymiş...Ölenin ardından bakan,hakkını helal edenler ölen için pek bir değerliymiş.Gittiğim son cenaze ve gördüğüm son cansız beden babamınkiydi ve biliyorum ki onun için çok önemliydim.bana hatırlatan nadir şeylerden biri olması bakımından cenazeler ve cenaze evleri en ilginç durağımdı belki de...DIV>

2 Mart 2009 Pazartesi

Tarif

tarifi mi zor bilmem ki
boşlukta beliren noktaları
birer birer
her acıyı benimsemiş gibisin.
şu ya da bu gibi
sokakta gördüğüm dilencinin yüreği
parçalanacak olan topraktaki merhamet misali
hiç olmamış ya da olmayı istememiş gibi
kaçmış da saklanamamış
yüzün her kirli kapıya dayanmış
belki gittiğin yer soğuk
kaldırımda buz gibi
kafanı koyduğun taştaki
ve sahip olmayacağın her yastığın acısını çektirir gibi.
kızarsın da söyleyemessin bilirim
çekinmek en yaygın marifetin gibi
kim bilir nerde defnedilmiş bu kuşku yumağını
gözünü karartıp yolları benimsemek
en başından bilip de en sonunda öğrenmek
belki de istenilmeyen rüyalar gözünde
kapatmak bile acı verirken
uykuları özlemek
arkana bile bakamamak bazen
hissizleştiğinle kalıp da son duygusuna sarılmak
kalmak bile istemedin belki de
görmek isteyip de her seferinde
körleştiğini sanarak takipte
sıkılmayı göze alıp dinlemek
insanları dinlemek!
ardı arkası kesilmeyecek bahaneler yığını
kıstırılmışlık hissi derinlerde
bak işte en köşede
tembelliğinle betimlediğin
silkelenirken seyrettiğin yokoluşunu
sözümona sarhoşken bile görünmeyen nahoşluğunu
hiç olmamış ya da olmayı istememiş gibi
ne kaçmış ne saklanmış
hiç bir hevesinden arınamamış
kirinden utanmış da sıkılmış
hep geriye dönüp bakmış gibisin.
zannetim ki burdasın
oysa ki hiç olmamış o yalanın kurbanısın...

Sakla Zamana

ruhumun içindeki bu boşluk...
Sıkıntılara boğulmuş dumanlar arkasında bütün yüzler
Hangi birisi söylenmeye değer şiir dizeleri?
üstünü kapadım açlığımın
içinden çıkan zehirle yıkadım en derinleri
ve işim bitti biliyorum
anılarımı beynimde gördüğüm kirli sularda boğuyorum
unutulmak için varolmuş bu varlığa son veriyorum.
unutulanın gövdesine sinmiş bu pis kokulu yalnızlık
ve dağınık bilinçlerimizin birleştiği nokta uzak mı?
tam buraya varmışken orda beliren bu öngörü içimde sızlayan.
rahatsız ettikçe batan
acıtan.
sancısı bile mide bulandırıcı
kederi dayanılmaz.
düş kırıklığı lanetleri ve kahpe öksürük nöbetleri,
tarafına arz edilmiş cümleler.
sözünden çıkmayacak sözler dizisinde beynin
pek hoşlanılmayacak gibi en eski halinde bile gözlerin
inadına birleşen
ve bir tek pişmanlığında beden bulmuş uçurum kenarlarım
emrinizdedir...

Dünde Kalan Düşlerden


sabah mahmurluğu üstümüzde
hala sonsuz uykular cennetinde gibi.
gözlerimizde çapaklanmış umutlar
sözümüzden geri gitmeyecek rüya yorumları sessiz
ayaklanmalarımız soluksuz çabalarla.
ama hep boşa giden,
her zaman boşa gider.
sebebini merak etmediğimiz
önümüzden geçen bu yabancı gözler.
yabancının elindeki fener
ne kadar aydınlatabilir
zifiri karanlık yolumuzu?
bir sabah sonuçlanacak savaşımız.
ve mahmurluk zaferi müjdeleyecek
ne sonuncu gülümsememiz
ne de ilk başarısızlık gibisi
hep ve her zaman hissinde.
zamanı bölen kapıları açık birer put şimdi önümüzde.
susuzluğumuzda kan kokusu
kurbanların kalp atışlarında benliklerimiz.
çevreleyen sisler cehennemi ki uykulara ters düşer.
her patlayan flaşla yiten ruhumuz.
el sallıyoruz.
güle güle diyoruz.




29.02.2008
eskişehir treninde
susuzluk hissinde

Yer

senin gibi olmuş bir zaman
ve yabancılaşmış her sözde yeni umutlar aramış sonra.
dönüşü olmamış
kapatmış gözlerini
artık konuşsanda ne fayda!
bütün kağıt parçalarında yüzünü görür gibi
ama aslında hiç bir şeye yüzün yok sanki
her gördüğün desteyi yıkar ve yenisini yapmaz ellerin
sefaletini görmez gözün
bilmez karanlık dertlerin.
hali kalmamış sefaletle bile kabule geldim
ama değişmemiş üşengeçliğin
bir çabadan medet umamaz karanlığım
soğuk ve kaygılı bedenimde yok artık aydınlığın.
her parçanda bitmeyecek sessizlik olmak istiyorum.
ama hissetmek bile istemiyorsan
şu kocaman evrenin en alt katına dönmek istiyorum.

1 Mart 2009 Pazar

Gördün Mü Geceyi

bu saatinde yaratılmış gecenin her büyüsü.
gözleri kamaşmış bir pişmanlıktan
ve rüyasına sahip çıkmış.
gülümseyecek bir sabah
düşüncelerinin bir eri yakalayacak yakasını.
hesapları derin bir takım ayak işleri,
evraklara sıkışmış küçük
küskün bir not defteri.
anlatır mı hikayemizde yarım kalan bir geceyi?
o büyülere gebe bir olup da çok olduğumuz
çok kereler de aslında hiç olduğumuz geceden haber var mı?
bulamadım yokluğunda
olmayıp da avuttuğum yalnızlıkta...
biten gözlere yardım edecek biliyorum gece
zifiri ellerinde
ışıklardan bir demet
iki hece
gece
gördün mü büyüleri
her tesadüfte alçalıp da yükselen
inmesi yerle bir eden
sonlara eren geceleri gördün mü?
benimkisi bir garip kuruntu
boynunda büküklük
ruhunda karanlık bir oyuntu
içine geceyi sakla
mavi olsun dalgalansın
yıldızları aydınlık
köşeleri kararmasın.


yalnız bir gece11.10.2008

Bilge Ölmek İster

Gecem kararıyor,
Güneşlerin soluk ışığında hayat,
Bir zindana mahkum ellerim beni öldürüyor.
Dağılmalardan bağımsız,
Çarpık gerçeklerim.
Keskin sessizliklerim ki anlatır aslında,
Kendi içine dönüyor.
Zevke şayan zaferlerim çok gerilerde kalıyor.
Ağaçlarım ölüyor,çiçeklerim çürüyor,
Ciğerlerime mahkum bu zehir beni öldürüyor.
İsyanın eşiğinde,
Işıklar ellerinde.
Sesler çok gerilerde.
Kefenim parçalanmıyor,
Bedenim fanilikten kaçamıyor ki razıdır aslında
Tabutun en dinine giriyor.
Şairlere ahkam kesip dilim
Sessizi çağırıyor.
Düşüncelerime mahkum bu zihin beni öldürüyor.
Kanım figan ediyor,
Cebrail'e bir duam eksikti o da tam oluyor.
Zamanım daralıyor,
Değerim azalıyor,
Yardım istiyor.
İşine mahkum bu Azrail beni öldürüyor.

Başlangıç olarak...

Her kapının ardındaki yeniyi bilerek
ve de isteyerek
Her birine özlem duyarak
ve anlayarak
Başlıyorum...