15 Aralık 2010 Çarşamba

Vasatlık benim en genel halim...

-nasıl diyorlar...?kendini bilmek.

-öyle kolay değil,hepimiz biliyoruz.24 saat aynayla gezmek mümkün değil.dahası aynada görünen de çoğu zaman gerçek değil.kendini görebilmek mi bu?evet.

-öyle garip,öyle enteresan anlarda kendime bakıyorum ki o an anlıyorum ben her daim kendimden korkuyorum.bitmek bilmeyen bir mücadele içindeyim.doğruyu bulmaktan ziyade doğruyu yapmaya çalışıyorum ve de tam da orada yanlış yapıyorum.

-bu mücadele o klişe laflar gibi,insanın kendi bilinmezliğine bir yolculuk.çok doğru!

-neresine dokunmak,neresinden tutup çekiştirmek gerektiğini tam olarak çözemiyorum.beklediklerimin geldiğini,umduklarımın boşa çıktığını,hayal ettiklerimin çok bayat olduğunu zamanında göremiyorum.

-biliyorum onlarla ,onlar da umarım kendilerini biliyorlar,tam da istediğim ilişkiyi kuramıyorum.konuşmam gereken yerlerde ahmakça susuyorum,en olmadık yerlerde kırıcı şeyler söylüyor ve sonuç olarak yanlış şeyler duyuyorum.çoğu zaman her şeyi birbirine karıştırıyorum.hatalarımı saklayıp farkedilmediklerini umut ediyorum.ama farkındasınız.ben de farkındayım.

-her gün binlerce yeni karar alıyor,binlerce yeni atılım için kendi kendimden söz istiyor ve yine kendimi hayal kırıklığına uğratıyorum.çoğu gece midemin tam ortasına oturan o rahatsızlık hissi ile yatağıma yatıyorum.belki de ondan hiç bir gece güzel bir uyku çekemiyorum.her sabah aynı usanmışlık,aynı tedirginlik...

-evet,benim genel olarak yaşadığım bir tedirginlik durumu var.beni gören bunu hisseder.bir şeyleri yarım yaptığımı,unuttuğumu,savsakladığımı düşünürüm.hep aklımda bir şeyler vardır.hiç bir şeye tam olarak odaklanamam bu yüzden.tek bir işe odaklanıp onun hakkını veremem,bir çok işle uğraşır,hepsini vasat bırakırım.vasatlık benim en genel halim.

2 Aralık 2010 Perşembe

"okurum bir şiirde:

konuşmak kutsaldır.

ama konuşmaz tanrılar

yaratır ve yıkarlar dünyaları

insanlar konuşurken

onlar, sözsüz

oynar en tehlikeli oyunları."

OCTAVIO PAZ

2 Aralık 2010-Deneme Testi

kapkaranlık parçaların ortaya çıktığı bir gün.içinizde haberiniz olmadan büyümüş ve şimdi onu içinizden çıkarıp atmak öyle zor ki.öyle ya da böyle boyun eğiyorum.makine gibi beynimin her saniye binlerce çözüm yolu üretip aynı saniyede hepsini çürütmesini izliyorum.tüm bunlar somut ve inkar edemeyeceğim kadar benim.damağımdaki yara.ona hiç dokunmasam bir kaç günde geçecek belki ama dilimle ona dokunmadan edemiyorum.bu yüzden iyileşmesini bekleyemiyorum.

ama cevap buysa bunu yapacağım.ellerimi,bu her ne kadar  zor olsa da,bir kaç günlüğününe hiç bir şeye sürmeyeceğim.bırakıyorum,herşey nereye düşecekse düşsün.geri geldiğimde bulduklarımla yetineceğim ve gerçekten benim oldukları için şükredeceğim.

düşenler...işte onlar hiç benim olmadılar.

29 Kasım 2010 Pazartesi

an işgilası

kötü

gerçek kötüler ve gerçekten ölüler.

dudakları kupkuru gibi

kelime yok

duvar misali.

nasıl olur ki gidememek

veda edip de bitirememek


18 Kasım 2010 Perşembe

Kafiye

kendine nasıl diyerek,
anlam vererek,
ve çoğu zaman yanılarak.
haklı çıktığında şaşırarak
soru sorup bunaltarak taraf tutup hata yaparak
bastırarak
susturarak.
nereye kadar demek...
nereye kadar itilmişlik?
sarhoş zihnin yol gösterdiği,
saçma zamanlarda uyanmak.
uyandığını hissedemeyerek.
üzgün olmak ve sonrası.
bir defter dolusu hüzün ve karmaşa.
günler boyu depresyon.
asırlarca yalnızlık.
yalnızlığı telafi ederek.
depresyonu def etmeye gayret ederek.
hüznü ve karmaşayı silerek,
ne kadar
nereye kadar?
leke gibi yapışan,
pencerede tüm ışıkların öldüğü
bir dünya.
senin bir tek dünyan.
ssorduğunda kendine
ne kadar da saçma değil mi?
tüm bu yazılanlar,
bir dönemin yalnızlıkları.
karanlık dizeler.
hep klişe gibi.
ama değil.
içinden çıkana bakınca değil.
hiç değil.
kafa doldurmaya,
bazen de açmaya.
kimi zaman öldürmeye.
o orada,sen buradasın.
herkes burada.

30 Mayıs 2010 Pazar

Gece Nazik

gecenin soğuk dudakları
bilemez
bildirilemez bu gece.
bilmenin eşiğinden dönülemez
ve kimse üzülmemeli de bence.
nihayet bitecekse
gözümden ilerisi gitmeyecekse.
bağımlılığım sormayacaksa nerede diye
işte orada
sahip olunmamış huzurla ve
kederli sütunlarla
dolaşılmalı nazik.
ellerinden kayan ve
yakalayan geceyi.
bildirilemeyen geceyi.
kimse uyumaz
seyre dalar nazik.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Nerede benim hayatım?
İşte burada,masanın üstüne koymuşum.
Cebime geri atıyorum...

6 Nisan 2010 Salı

Öyle derler öyle olur.

Beni tarihler yazmıyor ve bittiğimin bir tarihi yok.
Biz kaybetmeye mahkûm bir çöpçüler sürüsü. Elimde tahtadan sihirli bir değnek ve bu gece burada sihrimi yapmak benim görevim.
Çöp yığınları her yerde. Saçları bitli bir evsizin içine girip uyuduğu çöp kutusunda ve çoğu zaman da içinizde. Onun için benim değneğim bile işe yaramaz. Gecem dolu dizgin bir çöp kamyonu.
Gece başlasın!


Ve devamı sonra ...

Bunun Adı Yok


bunun üstüne yoktur daha fazla şefkatin,
bizi terketmek sanatı kadar kolaydır aslında
bitirmek.
çabalamaktan vazgeçen o mutlu ağızlara bir yumruk gibi sert ve tehlikeli yakarış
canına susamamıştı derler
bu bir özlem değildir hesabında
yalnızlığa soyunmaktır.
bir sebebe muhtaçlık haklı çıkarılabilir
peki ya sebeplerle kuşatılmışlık?
dönüp arkanı gidişin daha gururludur
sabrına hayran kalmış bir avuç dolusu kahkaham yanında
bir derinine saklanmış o yumuşak ilgiyi gördükçe
yüzüne bir çizgi daha fazla yakışır.
ne de olgun bahşedilmişlik bencil hareminde.
gözümüzden sakınır,saklarız merak etme.
düşüncemize bile hakim olmuş bu karabasan
lanetlerini savurmuş,duasını etmiş.
soğuğunda bile aldatışını sevmiş.
hata etmiş ellerimiz.
düğüm düğüm boğazımızda sözcükler,
söylenmiş gibi ama aslında hiç telafuz edilmemiş.
kırık kalplare kırık düşleri paylaştıracak kadar acizmiş.
düşlerimiz kayıp,
rüyalarda canlanmış hayaletlerle mi dans ediyoruz?
sonumuz son değil uçuruma doğru gidiyoruz.
yüzünü germiş bir tutam soytarıya yenildik gibi,
özlemi görmüş,sevgiyle dokunan elleri bırakmış gibi.
her iç çekmeye hüznü eklemiş,
vedayı ezberlemiş gibi.
gönlünde fazla mı bu yaranın yankılanışı.
zamanında döndük yok mu bu hatanın geri dönüşü?
gitmeli mi acaba?
çok da buruk bu son boyun eğişi.
uyandığımda söyle bana o garip melodiyi,
ölümümüz duvar olsun önüne
tutsun o zehirli iniltiyi.
bütünüyle,parçasıyla yıkımın adı bu kalplerimizde
bir umutsun kurtuluşunla yaşlı gözlerimizde.
nasıl bilirsek kederi,
yıldızı kaymış kaderi,
hüznüne batmış nefretin kadar yakın olur bize.
düşüncemizin en parlak gölgesi!

Kalpleri Dudaklarında Atanlar

Kalpleri dudaklarında atanlar
güneşin hafif yaktığı
sıkkın bir kumsal gibi
bekleyen.
ne yazık ki sabahların
en değerli çakıl taşı
ve solup giden bir gamsız dalgayla karışık
her şey ve onlar.
onlar ki sıkıntının esir alamadığı
tarif ne mümkün
derya gibi onlar
sokakta,odanda ve yanında.
sen susuyorsun
ve gecelerinizin kararmayan tek bir saniyesi
susuyor.
ne gözleri görüyor
bilirsiniz
onlar ve herşey.
her şeyden biraz var gibi
ucu açık bir roman belki.